|
|
Ülkemizde Çalışan Kadın Gerçeği
Safiye Ağaoğlu
Türkiye gibi çok çeşitliliği olan bir topIumda, kadın-erkek, kadın-toplum ilişkileri de bir çok farklılaşmaları, çeşitlenmeleri içinde barındırmaktadır. Kentli kadınla, köylü kadın arasında farklılıklar
yaşanmaktadır. Kürdistanlı kadınla batıda yaşayan kadın arasında
farklılaşma vardır. Ücretli çalışanla ücretsiz ev işçisi durumunda olan,
Kürt olanla Türk olan, Kürt olanla Kürt olan arasında da dağlarca fark
vardır. |
![]() |
Kadının toplumdaki yerini incelemek açısından genel
toplumsal değişmeyi, kadının ilişki biçimlerini özetle gözden
geçirdiğimizde gördüğümüz şu ki; toplumsal çelişmelerin her biçiminin
yanında bir de cins olarak çelişme yaşanmıştır. Kadının ezilmişliği, diğer
ezilmişlik biçimlerinden farklı, özgün bir cins ezilmişliğidir. Asırlardır
süregelen bu özgünlük kadının özellikle toplumsal patlamalar, savaşlar
döneminde mobilize görülen tutumunun yararlarıyla da birleştiğinde zaman
zaman övgüler görmüş, küçük küçük ödüllendirilmiştir. Ama böylesi atılım
yılları geride kaldığında, kadın tekrar evine, mukaddes yuvasına kapanmış,
edilgen yaşamına dönmüştür. (Cezaevi anaları örneği) Tüm bu toplumsal
değişim ve çalkantılar döneminde de, kadınların kimliklerini erkeğine göre
tanımlama noktasından hareketle motive olduklarını görürüz. Savaşlarda bir
bölüğü, yönlendiren değil (nadir örnekleri vardır bunun da), yaralıların
yarasını saran, dövüşene mermi taşıyan görevlerle yüklüdür kadın.
Biz sendikal mücadelede kadının, kadın olmanın zorluklarını ve sendikal mücadelede kadının rolünü incelemeden önce kısaca Anadoluda kadının cins olarak yaşadıklarına, tarihsel süreç içerisinden bugüne doğru bir göz atalım. Tarihsel Süreçte Anadolu'da Kadın M.Ö. Anadolu'da yaşanan toplumsal ilişkilerde de daima kadınlarla erkekler arasında eşitsiz ilişkilere rastlamak mümkündür. Örneğin Hitit'lerden önce kadınlara, erkeklere göre, yarıyarıya daha az ücret ödenirdi. Üretici sınıfın üyesi kadınlar ücretli emekçilik yapıyorlardı. Köle kadınlar elbette ücretli emekçi değillerdi. Kadınlar çoğunlukla çömlek yapım birimlerinde dokumacılıkta, tarımda istihdam edilmekteydi. Ancak bekaretin mutlaklığına ilişkin bir bulguya rastlanmamıştır. (M.Ö. 20.y.y.) Bu dönemde din, devletten daha örgütlüydü ve erkekler gibi kadınlar da Tanrı veya Tanrıçalarını seçmekte özgürdüler. Aile düzeni iki başlıdır. Evlilik bağı iki tarafça kolayca çözülebilir. Üst sınıfa ait kadınlar toplumsal artı değerden pay edinebildiklerinden siyasal alanda daha aktif rol oynamışlardır. Ancak emekçi kadının mülksüzleşmesi ile beraber üst sınıfa mensup kadınlar ataerkilleşme karşısında boyun eğer olmuşlardır. Üst sınıfa mensup olmanın getirdiği rehavet ve zenginlikten eşleri dolayısıyla pay almanın çıkarcılığıyla... Anadoludaki ilk imparatorluk olan Hitit'lerden iki başlı aile olayı yerini tek eşliliğe terkederken evlilik bağı artık sadece erkek isterse çözülebilir bir haldedir. Tek eşli ailede de -tüm diğer tekeşliliğin savunulduğu toplumsal ilişkilerde de olduğu gibi- erkek, eşi dışında başka bir çok "kaçamaklar" yaşarken ne devlet ne de toplum tarafından cezalandırılmıştır. Ancak kadına ait cinsel kaçamakta ise kadın öldürülebilir ve cinayeti işleyen erkek cezalandırılmayıp onurlandırılır... "Anaerkil sistem (düzen) komünizmi ve herkesin eşitliğini meydana getirmişti. Babaerkil ise, kişisel mülkiyeti, mirası, kadının bağlılığını ve tutsaklığını meydana getirdi... Bu büyük değişikliğin ayrıntılarını göstermek güçtür. Bu ilk büyük devrim, tarihin eski uluslarında yavaş yavaş meydana gelmiştir. F. Engels'e göre bu büyük evrim barış içinde olmuştur. Anaerkil düzenden, babaerkil düzene geçiş koşullar uygun olduğu için, barış içinde meydana gelmiştir. Beckofen Amazon'lardan, Doğu memleketlerinden G. Amerikadan, Çinden topladığı birçok efsanelerle bu iddiasını doğrulamaya çalışır. Erkek üstünlüğünün başlamasıyla, kadın, birliği içindeki eski yerini yitirdi. Erkek evlilikte kadını bağlılığa zorladı. Kendisi bu zorunluluğun dışında kaldı. Eski dönemlerde kadının aldatması, ölüm ya da tutsaklıkla cezalandırılırdı." August Bebel (Kadın ve Sosyalizm, 1. Baskı 1879. Ankara 1977 Sayfa 39) Bebel'in bu genel toplumsal duruma ilişkin tespitlerinin Anadoluda yaşayan toplumlarda da geçerli olduğunu görürüz. 1000 yıllık Hitit devletinde kadının giderek bir mülkleşme süreci yaşadığı yasalarda da görülür. Anadolu'da yaşamış anaerkil uygarlıklardan Likya (Muğla) ve Karya (Manisa dolayları) kabileleri İ.O. 4. y.y'a dek varolmuşlardır. Ortaçağ kadınının durumuna göre çok daha iyi durumda olan Sümerli kadın mahkemede bir erkek tanıkla aynı derecede tanıklık yapabilmekte, boşanmak isterse mahkemeye başvurabilmektedir. Ancak hiçbir zaman yönetici ve yasa yapıcı olamamışlardır. Hunlarda kadın Hakan-Hatun statüsü ile en üst sınıfta, bir noktaya kadar saygınlığı olan bir durumdadır. Göktürk ve Uygurlarda devlet otoritesinde birlikte temsil edilir, evlenecek yaşa gelenler iyi ata binme ve silah kullanma yeteneğine göre övünürdü. İslamiyette Anadolu Kadını Tek tanrılı dinlerin varolmaya başlamasıyla birlikte bu dinlerde Tanrların "erkek" kavramlar olmaya başladığını görörüz. Artık Tanrıçalar yoktur. Tanrı baba "godfather", Allah baba vardır. Ataerkillik, dinde de son halini tek Tanrılık almıştır. Artık Tanrının elçileri de kendisi de erkek sıfatlarındadır. İslamiyeti kabul eden Selçuklularda saraylı kadın İslamiyetin ağırlığını, eziciliğini alt sınıf üyesi kadın kadar hissetmemiştir belki. Ama Osmanlı öncesi başlayan dini taassubun baskısı Osmanlı ile iyiden iyiye yerleşmiştir. İslamiyetin kabulünden 19. y.y'a dek 900 yıllık sürede Anadoludaki kadının sosyal-kültürel-siyasal hiç bir etkinliğinden söz edilmese de saraylı kadının entrikalarının örneklerini bolca görmek olası. Saraylı kadın islamiyet sürecinden Anadolu kadınından daha farklı şekilde etkilenmiştir. Köylü kadın iktisadi koşulların da bir ürünü olarak şehirli kadın gibi çarşaf ve peçelerle örtülmemiş; tarlada işi gereği başına örttüğü örtüsünü yabancı köy dışı erkekler karşısında yüzüne doğru örtmüştür. İslam fundemantalizmi Anadolu köylü kadınını şehirli kadın kadar etkilememiştir. Anadolu folkloründe kadın erkek geleneksel oyunlarında bu durumu görmek mümkündür. Osmanlıda etkin kadın ilişkisini ancak saraylı kadının entrikalarında görebiliriz. Oysa Osmanlı aile düzeninde kadın, erkekten çok daha fazla üretmiştir. 19. y.yda Batıcı İslahatçı Hareketin de etkisiyle batıdaki kadın hareketlerinden etkilenmeler başlar. Tanzimat (1839)'tan 2. Meşrutiyet'e (1908) dek geçen dönemde Osmanlıda sosyal-siyasal-kültürel değişim ve çalkantılar yaşanmıştır. Bu sarsıntı döneminde kadınlara yönelik batılı hakların savunulması Osmanlida ticaret burjuvazisi tarafından yapılır. Mesleki eğitim hedefli okullar, bu dönemde açılmaya başlar ve kadınlar için (kadın işi) olabilecek meslek ayrımları oluşumu da başlar. (1843'de Tıbbiye'de Ebelik dersleri başlar). Kadınlar için "öğretmenlik" de uygun görülebilen ilk meslekler arasındadır. 1870'de ilk kez kızlar için öğretmen okulu açılır. 1869'da ilk kız sanat okulu açılır. 1874'de kızların ilkokul sonrası okuyabildikleri on okulda 294 kız öğrenci vardır. Batıdaki feminist hareketlerden ilk etkilenmelerde oy hakkı, öğrenim hakkı talepleri önemsenirken, kadın işçiler bu taleplerle değil, çalışma yaşamının düzeltilmesi ile daha çok uğraşmıştır. Cumhuriyet Döneminde Kadın Ekonomik büyüme dönemlerinde kadın emeğine duyulan özel ihtiyaç, Cumhuriyet'in ilk yıllarında kadınları üretime çekmeye yönelik teşvik ve düzenlemeleri gerekli kıldı. Osmanlı-İslam yobazlığı, baskıcılığı altındaki kadın yeni kurulan sektörlerde emeğinden faydalanılması gerekli olan bir durağan (kinetik) enerji idi. Savaşın yıkıntıları, erkeğin önemli bir genç nüfusunun savaşta yaşamını yitirmesi, kadının savaşta aktif ama kadınsı görevlerle de yönlendirici (etkin siyasal rolde) olmadan aldığı tutum kadının emeğinin evin dışına çıkarılmasının önemini göstermiştir. Kadının geleneksel boyun eğmişliği emeğinin aile ekonomisine ek gelir gibi görünmesi de bu ihtiyacı daha önemsetiyordu. Kadınların emeğinden faydalanılan ilk sektörlerde kadının tarihsel rolüyle bağdaşan iş kolları olmuş, ancak her nedense bu iş kollarında çalışan kadın işçiler hep "kalifiye olmayan" işçiler muamelesi görmüştür. Aynı işkolunda çalışan erkek işçilerden daha düşük ücret almışlardır. Cumhuriyet'ten onlarca yıl önce kadın işçi emeğine ihtiyaç duyulmuş ancak üst yapı kurumları bu ihtiyacın karşılayıcı düzeltmelerini yapmakta yetersiz kalmıştır. Çökmekte olan Osmanlı'da cinsiyete göre sektörlerdeki duruma göz atabiliriz. Tablo 1 (*)
(*) Türkiyede Kadın, Aytunç Altındal, s.l36 Aynı yıllarda kadın işgücüne ve erkek işgücüne ödenen ücretten de örneklemek gerekirse, üç kadına bir erkeğe ödenen kadar ücret ödendiği görülür. İslamda iki kadının tanıklığı bir erkeğin tanıklığına bedelken, işgücü dünyasında da üç kadın işgücü, bir erkeğin işgücüne bedel görülmüştür. Türkiye'de kadın işgücünün en fazla kullanıldığı sektörlerden biri Cumhuriyet'in ilk yıllarında da dokuma sanayidir. "1927 yılında toplam 9353 kuruluş" vardır. "İstanbulda 1963 kuruluşta toplam çalışanların sayısı 48025 kişidir" (a.g.e) "1950ye gelindiğinde Türkiyede dokuma ve giyim eşyası imalatı yapan 35304 işyeri vardır" (a.g.e) Ve bilindiği gibi dokuma ve giyim sanayi Türkiye'deki en eski, Cumhuriyeti de ayakta tutan en önemli sanayi olmuştur, on yıllarca. Toplam imalat kuruluşları içindeki yeri 1950'de %43'dür. Bu işkolunda çalışanların tamamına yakının da kadın olduğu düşünülürse kadının ekonomik büyümede yerinin önemini görmek mümkün olur. İşte bu önemi ve gereksinimini gören T.C.'nin ilk üst sınıfına mensup tüccarları, aydınları, yazarları, devletin en üst kademesindekiler, subaylar, savcılar v.s... kadına verilen hakları savunmuş ve benimsemişlerdir. Batıda bu haklar kadın hareketlerinin uzun süren zorlu savaşımlarıyla kazanılırken, bizde sistemin ihtiyacı gereği yukardan aşağıya sunulmuştur. Bu ilk yıllarda kadına sunulan haklar nelerdir: * Kız ya da erkek tüm çocukların eğitim zorunluluğu ( 1928-29'da ilkokula giden 477.559 öğrenciden 154.309'u kızdır.1935-36'da da ilk okulda okuyan 688.100 öğrencinin 233.934'ü kızdır. Diploma alanlar: 11.249 kız, 26.451 erkek.) * Yasalar karşısında eşitlik (oysa medeni hukukta bu eşitliğin olmadığını görürüz. Erkek ailenin reisidir. Kadın evlilik dışı ilişkide bulunursa bu boşanma sebebidir de, koca için bu boşanma sebebi olmaz hala yürürlükte bulunan yasalarda). * Kadın ya da erkek, herkesin çalışma hakkı eşittir (dense de kadın bugünkü yasalara göre kocasının izni olmadan bazı alanlarda çalışamaz). ( Yeni çıkan yasada koca izni kaldırıldı.) * Seçme ve seçilme hakkı. 1930'da ilk seçmen olma hakkını almış, 1934'de de seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır. (Kadın hareketinin 1789 devriminden hemen sonra başladığı Fransa'da ise, oy verme hakkı 1946'da kadınlara tanındı. Oy verme hakkının ilk savunucularından Olympe de Gouges, İnsan Hakları Beyannamesi'nden kadınların da yararlanmasını istiyor, 1791'de bu talebini yerine getiriyordu. "Giyotine gitme hakkı kadınlara tanınıyorsa, oy verme hakkı da tanınmalıdır" derken giyotinde can veriyordu. * Soyadı erkeğe göre düzenlenmiştir. Aileler erkek soyludur. * Medeni kanunda çok eşlilik kalkmış, boşanma hakkı kadına da tanınmıştır. * Miras hukukunda kız ve erkek mirasçılar aynı hakka sahip olmuştur. * Mahkeme önünde iki kadının tanıklığının bir erkeğe eşitliği hükmü kaldırılmıştır. * Çarşaf giyme, peçe takma Kılık Kıyafet devrimi ile engellenmeye çalışılmıştır. Kadına devlet eliyle sunulan bu haklar sonuçta kadınları devlet karşısında edilgenleştirici bir etken olmuş; kadınlar, hakları karşısında devletten medet ummuşlardır. Kadına tepeden inme verilen bu haklar ise birçok kez kağıt üstünde kalarak işlevsizleşmiştir. Bu işlevsizleşmede etkileyici faktörlere kısaca değinelim. Ailede Kadının Statüsü Erkek soylu ailede kadın, erkeğini, üretime yeniden hazırlayıcı roldedir. Anadır, eştir. Evde yapılan işlerin piyasa değeri ölçülebilse, (ütü yapma, çamaşır, temizlik, yemek karşılığı dışarda ödenen ücret ev kadınına ödense) kadının emeğinin piyasa değeri ortaya çıkar. Milli gelirin hesaplanmasında kadınların evde yaptıkları işler, hesaplara dahil edilmez. Milli gelir, bir ülkede bir yılda üretilen mal ve hizmetlerin piyasa değeri toplamıdır. Tablo 2 (*) Ev işinin GSMH'ye oranı
(*)DİSK ar., Aylık Bülten. sayı 4 Kadının ev içi işgücünün piyasa değeri üzerinden hesabı yapılsa, bir ülkenin milli gelirinin %40'ı civarında olduğu görülür. Ücret ödenmeyen bu emek, kadını üretim dışı görmekten kaynaklanır. Evi geçindirmekle yükümlü olan erkekdir ve kadın onun yardımcısıdır. Ailede erkeğe yüklenen statü -evin reisi olma- kadını ikincileştirir. Dinin Rolü Ataerkilliğin tek tanrılı dinlerinden biri ve özellikle kadın açısından en bağnazı olan islam, kadının yerini "mukaddes" yuvası olarak belirlemiştir. Son yıllarda ise bu "mukaddes" yuvanın dışında kadına, islam ideolojisinin yayılmasında yüklenilen aktif rol, eve kapalı müslüman kadını militanlaştıran cezbeden bir çekim alanı yaratmıştır. "Türban mücadelesi" ilginç bir örnektir. Yasalarda Durum - Çelişkiler Seçme ve seçilme hakkı sunulan kadın, bu haklarını gerçek anlamda kullanma özgürlüğüne sahip olmuş mudur? 1935'den 1987'ye dek toplam 6301 erkek milletvekiline karşı sadece 115 kadın milletvekili meclise girebilmiştir. (1/54) Bunun ise 18'i 1935'dedir. (%4,5) Daha sonraki yıllarda hiç bir zamaan bu oran yakalanamamıştır. Kadının, kendi bedenine özgürce karar verme hakkı yasalarca engellenmiş, kürtaj hakkı 1983'e kadar yasal bir hak olmamıştır. Batıda kadın hareketinin ciddi bir mücadele sonucu son yıllarda edindikleri bu hakkın, 12 Eylül'ün en karanlık döneminin yöneticilerince tanınması ilerici bir atılım gibi görülebilir. Ancak zaten işsizliğin, genç nüfusun yoğun olduğu bizim gibi geri bıraktırılmış ülkelerde nüfus artışını önleme çabaları hep olmuştur. Kürtaj da fiili olarak her zaman uygulanmış, meşru, cezai yaptırımı pek uygulanmayan bir konu olagelmiştir. Emperyalist kapitalist ülkeler ise genç nüfusa sahip olamadığından, doğumu özendirici olmuştur. Irkçı emperyalizm, nüfusunu gençleştirmenin yollarından biri olarak çocuk doğurmaya teşvik etmekte ve kürtaja bir dizi cezai yaptırım uygulamaktaydı. Çalışma yaşamında da çocuk doğurmaya kolaylıklar tanınmakta hatta (Fransada) üç yaşına dek ücretli ebeveyn (dikkat edin sadece anne değil) izni verilebilmektedir. Aynı emperyalizm Semra Özal eli ile, doğum kontrol ve kürtaj için "sağlık donanımlı" arabalar hediye edip geri bıraktırılmış ülkelerde çoğalan nüfusu engelleme derdine düşmüştür. Eğitimde Kadın Cinsiyetçi eğitim modelinde de ilkokuldan başlayarak beyinlere işlenir kadının "Doğal" statüsü; ilkokul sonrasında da cinsiyete göre meslek edinmelerini sağlayan mesleki eğitim okullarıyla kadınların "yeri" belirlenir. Kadın mesleği, erkek mesleği ayrımı eğitim kurumlarında da benimsenmiştir. Kız Meslek Liselerinde giyim sanayi için kızlar eğitilirken Motor Sanat Liselerinde erkekler "kalifiye" işgücü olarak makine sanayine hazırlanmaktadır. Eğitim, kadının iş yaşamında yer bulmasında önemli bir etkendir. Kadınlar eğitim durumları yükseldikçe daha geniş iş olanağına sahip olabilmektedir. "Lise ve dengi okulu mezunu erkek ücretli 100 kişide 15 olurken, bu sayı kadınlarda %30. Ücretli erkeklerin %8'i, kadınların %14'ü üniversite mezunu" (DİSK Ar. sayı 1) Okur- yazarlık oranında 6 artı yaş grubunun cinsiyete göre dağılımı da ülkemizde şöyledir. (1985 verileri) Tablo 3 (*). Okur-yazarlık oranı
(*) Kaynak: Petrol-İş 89 Yıllığı Ücretli Kadın- İstihdam Kadının "üretime" katılmasıyla ezilmişliğinin azalacağı görüşü yaygındır. Bu noktada hemen belirtelim ki; 1- Kadın her dönemde "üretimdedir" 2- Kastedilen "ücretli üretim" olsa gerekir ki katılım kadının kendi isteksizliği ile ilgili olan tercihsel bir durum değildir. 3- Ücretli üretimde yer alıp mutlu ! "ücretli işçi" olma şansına sahip olabilen az sayıdaki kadına baktığımızda da ezilmişliğin azalmayıp arttığını görürüz. Burada DİE işgücü oranlamasına bir göz atalım. Tablo 4 (*). Ekonomik olarak faal nüfusun işkollarına dağılımı
(*) Kaynak: Petrol-İŞ 89 Yıllığı, s.l47-148 Türkiye'de 1990 rakamlarına göre nüfus 54.493.839'dur. Bu nüfusun 26.940.634'ü erkek, 27.553.215'i kadındır.12 yaş üzeri olan erkek 19.059396, kadın 20.045.338'dir. DİE verilerine göre 19 milyon erkeğin 14 milyonu (%73.9) 20 milyon kadının ise 6.46 milyonu (%322) işgücü sınıflandırmasına girebilmiştir. 14 milyon erkeğin 12 milyonu, 6.46 milyon kadının 5.82 milyonu istihdam edilebilmiş görünmekte. Bu durumda %8.5 erkek, %9.8 kadın, işsiz sayılmaktadır. Rakamlarla oynamakta uzman istatistikçiler, böylece işsizlik rakamını alabildiğine düşürüp verileri saptırmıştır. İstihdam edilen, işe sahip görülen 5.82 milyon kadının %75'i ücretsiz aile işçisi konumunda olup, bu rakamın ancak 1 milyonu ücretli çalışır durumdadır. Yani ücretli bir işte çalışan kadın kaba bir hesapla 20 milyona 1 milyon civarındadır. Ücretli çalışan kadınlar, kendi hesabına çalışan toplam 351.000 kadın ve gruplandırılmayan 154.000 kadınla beraber düşünülürse bu rakam 1.5 milyonu, bulmaktadır. Yani tüm Türkiye'deki yaklaşık 20 milyon kadının 1.5 milyonu kendi işgücüne ait ekonomik gelir sahibi olabilmiştir. Dünya Bankasının raporuna göre de kadının Türkiye'de işgücüne katılma oranı sanılanın aksine sürekli gerilemektedir. 1955 yılında %70 olan bu oran, 1990'da %32'lere gerilemiştir. (Ancak 1950'lerde tarımda da işgücü olarak görülen kadının durumunun 1990'larda tarımın istihdamının toplam istihdama göre gerilemesiyle ilintili yanını da görmek gerekir) tarımın istihdamda daha ağırlıklı bir yer aldığı dönemde kadının istihdama katılım oranı daha yüksektir. Çalışabilir 20 milyon kadının 1.5 milyonu gelir getirebilme durumundadır. 1 milyon ücretli kadının 300 bini sendikalıdır. Sosyal Sigortalar Kurumunun 1988 verilerine göre de 303.919 kadın 2.836.152 erkek, toplam 3.140.071 kişi sigortalıdır. Ve 1965'de SSK'lı erkeğe oranı % 11.6 iken bu oran 1988'de %9.7 olmuştur. Petrol-İş 1989 yıllığında yayınlanan araştırmaya göre Türkiye'de ücretli istihdam içinde kadının oranı %8.8 olarak tespit edilirken bu rakamlar diğer ülkelerde de şöyledir: Tablo 5 (*). Türkiye ve seçilmiş ülkelerde
ücretliler içinde kadın istihdam oranı %
(1) 1986. (2) l984. (3) 1985. (4) 1983. (5) 1979.
(6) 1981 Bu verilere göre dünyada kadının ücretli istihdam
içindeki oranının en yüksek olduğu ülke İsveç'tir. (%50.1) İşi olan 5 milyon 907 bin kadın ve çalışma durumu
(*) İstihdamda Sektörlerde Kadının Durumu Yukarda incelediğimiz verilerden anlaşılacağı üzere tarımsal üretimde istihdam edilebilen kadın, kentsel üretim istihdamında oldukça düşük oranlardadır. Ancak tarımsal üretimde kadın hemen her zaman ücretsiz aile işçisi durumundadır. Bu durum da kadını daha edilgen durumda tutmakta oldukça etkili bir yöntem olmuştur. Kadının kimliği tamamen erkeğe bağlıdır, işgücü de. 1950'lerde %70-80'lere ulaşan kadının istihdamdaki oranı karşısında ise, ücretli çalışan kadının istihdam içindeki oranı %3.5 sayısı 153.069'dur. Kentsel üretim geliştikçe ücretli işgücü durumundaki kadın sayısı da artmıştır (Ancak %8.8) kadınların sektörel dağılımlarına göz atacak olursak ucuz işgücü durumunda olduklarını görebiliriz. Büyük kentlerde kadınların çalışma biçimleri dört grupta incelenebilir: a) Gündelik ev işlerinde b) Dokuma, tütün, fındık, üzüm, incir, çay, porselen, giyim endüstrisi dallarında c) Hizmet sektöıünde memur olarak veya ticaret sektöründe d) Yüksek öğrenim görmüş meslek sahibi uzman kadınlar. Gündelik ev işlerinde çalışan kadınlar sendikasız ve sigortasızdırlar. Genellikle de köyden kente göçen, maddi sıkıntı çeken ailelerdeki kadınlar niteliksiz (! ) ev işçisidirler. Kentsel yerleşim bölgelerinde ücretli çalışan kadınların mesleklere göre dağılımları: Tablo 6 (*). Kentsel yerleşim bölgesinde ücretli
çalışan kadınların mesleklere göre dağılımı
(*)DİE Hane Halkı İşgücü Anketi, Nisan 1990,
s.102 Kadın memurların en yoğun olduğu kamu hizmeti eğitim ve öğretimde toplam kadının, kadın memurlara oranı %51.2'dir. Bu, kadın memurların en fazla çalıştıkları kamu hizmeti işkolu iken, rakam aynı işkolundaki erkeklerle oranlandığında 100 çalışanın 44.4'ü kadın 55.6'sı erkektir.100 çalışanın 63.7'sinin kadın olduğu en yüksek oranlı dağılım sağlık hizmetlerindedir. Ancak sağlık hizmetlerinde çalışan memur sayısı, toplam memura göre oldukça düşük bir rakamdır. Ve toplam kadın memur oranı içinde %5.6 oranında kadın, sağlık hizmetindeki kadındır. Yine bu rakamlara göre 1990'da memurların %30.4'ü kadındır. Türkiye'de ücretli çalışan kadınlar, kamuda çalışanlarla birlikte hizmet sektöründe yoğunlaşmaktadır. İmalat sanayinde çalışan kadınların dağılımında ilk sırayı %35.8'le dokuma sanayi alırken %17.1'i giyim sanayi, %9.4'ü gıda sanayi, %7.8i tütün, %5.1'i ecza ve kimyevi madde sanayi sıralamasını görmek olası. Yukarıda belirttiğimiz gibi kentsel yaşam oranı arttıkça, ücretli kadın rakamı da artmaktadır. Ancak bu artışta: a) Kadın işgücü, yedek işgücü olarak görülmek eğilimindedir. b) Kadın işgücüne ödenen ücret, erkek işgücünden her zaman daha azdır. Kadınların yoğun çalıştıkları sektörlerde, aynı işkolunda bile kadınlarla erkekler arasında % 14.2 oranında ücret farkı vardır. c) Nüfusun ücretli çalışmayanı çoğunlukla kadındır. d) Kent yaşamı ailelerin gelir durumu açısından kadının ücretli çalışmasına ihtiyaç duyulmuştur. e) Kadının ücretli çalışma yaşamı ile ev içi işgücüne bir de ücret için işgücü ve yol süreleri eklenerek kadın yaşamı tam bir kölelik yaşamı yapılmıştır. f) Kadın işgücünün ücretli üretimde yer alması
kadının sosyal-kültürel-siyasal katılımını olumlu yönde artırmamıştır. Kadın İşçilerin Sendikalaşması Yaklaşık 7 milyon ücretli içinde (memur artı işçi) sendikalar yaklaşık iki milyon işçiyi örgütlemişlerdir. Ücretli çalışan kadının yaklaşık 300.000 kadarının sendikalı olduğunu belirtmiştik. Bu rakam çalışan ücretli kadınla oranlandığında üçte birlik bir oranda görünmektedir. Toplam sendikalı içindeyse yaklaşık %15 oranında kadın vardır. Ücretli çalışma yaşamının kadına yüklediği bir dizi sorumluluk ve yükün olumsuzluğu yanısıra, ücretsiz kadına göre daha fazla bilinç kazanma ve kimlik edinme şansı vardır. Toplumsal üretim koşulları içerisinde iş yaşamına ilişkin bir dizi soruna karşın yükselen savaşımlarda yeralabilmekte, bu kollektif ortam kadınların kendi öz güvenleri için olumlu basamaklar oluşturmaktadır. Kendi işgücünün karşılığında aldığı ücret, kadının kısmi olarak bağımsız davranmasına dayanak olur. Ancak kadın toplumsal üretime ne kadar katılırsa katılsın, birinci görevi "mukaddes yuvası" olarak tanımlandıkça, erkeğin kimliğinin yanında anılmayı sürdürür. Çalışanların en temel örgütü olan sendikaların,
kadının katılımcılığı konusundaki tutumları da işverenlerin ve devletin
istihdam, ücret vb. tutumundan hiç de farklı değildir. Toplu sözleşmelerde
yer alan kreş hakkına ve doğum iznine ilişkin madde dışında kadına ilişkin
hiçbir ciddi talepte bulunulmaz. Bu da her zaman en kolay çözümlenir, en
az üzerinde durulur taleplerdendir. Sendika yönetimlerinde üst düzeyde
kadın sendikacıdan sözetmek neredeyse söz konusu olamayacak durumdadır.
Tablo 7
Sendikada görev alan 17 kadının 11'i işyeri temsilciliği yapmış, 3ü şube yönetiminde göre almış, 3'ü de daha başka görev yapmıştır. Genel Merkez yönetiminde yer alan kadın ise hiç yoktur. Üyelerinin %30-40'ı kadın olan sendikalarda bile sendika genel merkezleri ve şube yönetimlerinde kadının adı yok. Sadece BASİSEN'de bir kadın şube başkanı vardır. Türk-İş'in 1989'daki genel kurulunda 420 delege vardı. Bu 420 delegenin tek kadın delegesi BASİSEN Şube Başkanı Yaşar Seymandı. Kadınların sendikada görev almak istememe nedenleri arasında birinci sırayı ilgi yetersizliği almakta ("Yanıt yok" da ilgi yetersizliği sınıflandınlması içerisinde ele alınabilir) "Fırsat düşmüyor", "vaktim yok", "yeterli değilim" tutumundaki kadınlar ise kadınların, kadın olmakla ilgili sorunlarının sendikal çalışmalara katılmasına engelleyici olduğunu ifade etmiş olmuyor mu? Kadınların ücretli üretimdeki örgütlenmede çok aktif rolde olduklarını söyleyemeyiz. Bu sendikaların bu konudaki duyarlılığının da bir göstergesi. Sendikal mücadelede kadınların yerinin kavga günlerinde daha gözle görülür olduğundan söz etmek gerek. Kavga günlerinde kadın potansiyelinin ne denli önemli bir rol oynadığı yaşanan grevlerde, direnişlerde görülmüştür. Oldukça aktif tutum içindeki kadın, kavganın-grevin en tavizsiz savunucusu olurken, kimliğine sahip çıkışın unutulmaz hazzını da hissetmiştir. Bu haz tekrar, işine gidip evine, ailesine dönen kadının yaşamında en güzel andır. Ancak toplumsal tüm kurumlar, çarklar yasalarıyla yaşamı sürüklemekte, kadın yeniden adının olmadığı zeminlerde hammallığını sürdürmektedir. Bir kadın sendikacının deyimiyle ücretli çalışan
kadın, "iki sömürülü, iki işverenli, dört vardiyalı (ev, eş, çocuk, iş)
ikili mesaili ağır bir işçidir." Bu ağırlığın altında sendikal mücadelede
ise ancak yükselen dönemlerde kadının gücünü görebiliriz. Bu dönemlerde
ise, en önde, en fedakar, en kararlı olanlar, soruna en fazla sahip
çıkanlardır. Paşabahçe, Zonguldak ve son olarak da Fiskobirlik kadınları
bu kararlılığın, direncin en somut örnekleridir. Sorunların Ortaya Konuluşu (Öneriler) Ücretli çalışan kadınların sorunlarının çalışan erkeklerin sorunlarından çok daha fazla olduğu açıktır. Ücretli çalışanlara ait olan tüm sorunlar ücretli çalışan kadınlara da ait sorunlardır. Ancak ücretli çalışan kadınların tüm sorunlarını, ücretli erkek aynı biçimde yaşamamaktadır. Ancak biri diğerinin de karşıtı noktasında değildir. Ücretli Kadına Yönelik Sorunlar ve Çözüm Önerileri 1- İş bölümünde cins ayrımı İş bölümü ve cinsiyet rollerine uygun kadın işi erkek işi sektörel farklılığı ortadan kaldırılmalıdır. Bu noktada devletin eğitim politikası sorgulanmalı kız-erkek mesleki eğitim okullarına karşı tutum almak eğitim emekçilerinin programı içerisinde yer almalıdır. 2- Eşit işe eşit ücret sorunu Kadın işgücünün az nitelikli ilan edilmesine karşı çıkılmalı, kadın işgücüne erkeklerin işgücüne ödendiği kadar ücret ödenmelidir. 3- Analık sorunu * Gebelik, doğum öncesi ve doğum sonrası izin süreleri yetersizdir. Kadınlar gebelikte sakıncalı olabilecek ortamlarda çalıştırılmamalı * İşyerlerinde kreş sorunu kadın işçi sayısı (150 kadın) baz alınarak çözülmektedir. Bu tamamen cins ayrımcılığı tutumudur. Kreş, sadece çocuğa sahip olanın "ana", çocuk görevinin kadına ait bir görev olduğu belirlemesiyle kadın sayısıyla orantılandırılmıştır. Oysa işyerlerinde çocuk yuvası ve kreş, çalışan işçi sayısı ile orantılandırılırsa, çocuğu kadının görevi olarak görme gösterme olgusu daha kolay ortadan kalkar. * Doğum sonrası çocuğun büyütülmesiyle ilgili izin süresi sadece anneye değil babaya da verilmelidir. (Ebeveyn izni örneğini Fransa üç yıl, Danimarka on hafta, Belçika altı ay ve İngiltere bir yıl ile örnekleyebiliriz) * Çocuğun hastalığı halinde ebeveyne izin verilmelidir. * Çocuklu ebeveynlerin gece vardiyası yapmaması savunulmalıdır (Kreşler gece 24'den sonra kapalıdır ve çocuk sorunu bu saatte çalışanlarca bireysel çözülmektedir.) * Emzikli kadınlara yeterli emzirme süresi tanınmalıdır. 4- İstihdam sorunu Kadınlar ücretli işlerde istihdam edilmelidir. 5- İş güvencesi sorunu Evlilik, hamilelik, emziklilik ve analık durumlarında kadınların veriminin azaldığı tespitiyle işlerine son verilmektedir. Yasal yaptırımlarla bu durum önlenmeli iş güvencesi garanti altına alınmalıdır. 6- Örgütlü mücadele sorunu Sendikaların çalışan kadınlara ilişkin politikaları
olmalıdır. Çalışan kadınlarla orantılı olarak sendikalarda kadınlar
yönetim organlarında da temsil edilebilmelidir. Bunun koşullarını yaratmak
sendikalar için önemli bir görevdir. Sonuç Yerine Yukarıda sıralanan sorunların yanında ücretli çalışma yaşamında cins ayrımcılığını yeniden üreten geleneksel rolleri pekiştirici TV reklamları ve basın yayın araçları da sorgulanmalıdır. Cinslerin iş bölümü ve rol dağılımını değiştirebilmek için eğitsel kültürel kurumların ve kitle iletişim araçlarının önemli faktörler olabileceği açıktır. Demokratik taleplerin tümü kadınların yaşadığı cins ayrımcılığı sorununun da çözümünün talepleridir. Kadınlara hak ve fırsat eşitliği taleplerinin karşılanması da demokratikleşmenin şartıdır. Unutmamak gerekir ki kadınların sendikal mücadelede yer alması mücadeleyi dinamize edip kalıcı ve etkili bir güç oluşturmaya zemin sunmaktadır. Mücadelenin yükselen dönemlerinde kadının bu dinamizmi ve etki gücünden faydalanma mantığının ötesine gidip, kadının sendikasına her dönemde sahip olabileceği koşulların yaratılması gerekmektedir. Kadın her dönemde kendinin içinde yer alabileceği tabanda ve yönetim organlarında aynı ölçüde temsil hakkına sahip olabildiği sendikal ilişkilerle sendikal mücadeleye katılabilir. Kadın mücadelelerinde ise emekçi kadının kendine özgü sorunu en fazla sahiplendiği ve tüm kadınların sorununun çözümünü de önemle etkilediği en önemli mücadelesi ise Emekçi Kadınların Mücadelesi olmuştur. 8 Mart 1857'de Newyork'lu dokuma işçisi kadınların mücadelesi kadın mücadeleleri tarihi içinde önemli bir dönüm noktasıdır. Emekçi kadınlar bu kavga günlerini tüm dünyaya kabul ettitmiş ve dünya kadın mücadele gününü ilan etmişlerdir. |
|
Biradım Dergisi Web Grubu 2003-2004 email: web@devrimciyol.org