Emperyalizme ve Oligarşiye karşı
DEVRİMCİ GENÇLİK


 

Saflarımızdaki
hatalı eğilimleri
düzeltelim

Devrimci Gençlik. Sayı 12,13 Eylül 1976

Bazı kurallar vardır ki herkes tarafından bilinir. Buna rağmen büyük bir çoğunluk bu kuralları bilmemezlikten gelir. Öyleki, her zaman gündeme getirilmesi, her zaman hatırlatılması gereken kurallardır bunlar. Çünkü lafta kabul edilmesi, onların kavrandığını, onlara inanıldığını göstermez. Çünkü "ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz".

Biz burada devrimci davranış biçimleri hakkındaki kurallar üzerinde duracağız. Ve aşağıda yazılanların yani davranış biçimlerinin kurallarına uymamanın

 
yanlışlığını ve yapılmaması gerektiğini hemen hemen bütün arkadaşların bildiğini, biz de biliyoruz. Ancak, bu yazı sabırla ve üzerinde durarak düşünerek okunmalıdır. Şöyleki: Aşağıda belirtilen her husus, ilk önce okuyucu tarafından dürüst bir şekilde kendinde aranmalıdır. Böylece, genel olarak davranış biçimleri gözden geçirilmelidir. "İğneyi kendine çuvaldızı başkasına batır" sözünü ilk önce çuvaldızı kendimize batırarak, yani en sıkı şekilde özeleştirimizi yaparak da yorumlamalıyız.

Başlamadan önce önemli bir noktaya değinmek istiyoruz. Burada yaptığımız tespitler bir "parti disiplini" çerçevesinden konmamıştır. Devrimci Gençlik Hareketinin bugünkü konumundaki yanlış eğilimler göz önüne alınmış ve bu yüzden uygulanması zaten olanaksız olan ideal kurallar tartışma dışında bırakılmıştır. Devrimci Gençlik Hareketi, demokratik kitle örgütü düzeyinde ele alınmış ve bu platformun davranış biçimleri incelenmiştir. Bu bakımdan, yazımızda kullandığımız "örgütlü mücadele" ve "örgüt disiplini" kavramlarından bunu kastettiğimiz akılda tutulmalıdır. Bu belirlemenin ışığında, demokratik kitle örgütlerinde mücadele veren devrimci arkadaşlardan devrimci olmayan davranış biçimlerinden sakınmalarını istemekteyiz. Şurası açık ki, bazı arkadaşlar bu önerilerimizi "keskinlik" diye yorumlayacaklardır. Böyle arkadaşlara bir çift sözümüz var:

"Keskinlik" olgusunun iki anlamı olabilir. Birincisi, devrimci kuralları subjektif olarak kabul etmek, objektif olarak uygulamamak. İkincisi, mevcut koşullarda gerçekleşemeyecek olan öneriler getirmek. Birinci durum, bırakın devrimciliği, en azından dürüstlükle bağdaşmaz. İkinci duruma bakılarak da bizim tespitlerimizin mevcut koşullara uyumlu olmadığı, bu konuda söz konusu yanlışların düzeltilmesinin olanaksız olduğu ileri sürülebilir. Evet, Devrimci Gençlik Hareketinin yeraldığı ortam ağırlıkla küçük burjuvazinin sınıfsal yapısının etkisindedir. Devrimci Gençlik Hareketinin unsurları, küçük burjuva kökenli olmaları bir yana, hala bu sınıfsal özellikleri taşımaktadırlar. Bu objektif bir tespittir. Eleştirdiğimiz küçük burjuva pisliklerinin maddi temelleri vardır. Şimdi, bu ortamda proleter devrimci olmaya kararlı arkadaşlar ne yapmalıdırlar? Onların "proleterleşmesi" yalnızca fabrikalarda üretime katılarak mı mümkün olacaktır? Öyleyse, gençlik içindeki mücadeleden proleter devrimci yetişmeyecek midir? soruları artırılabilir. Bu tür sorular tüm iyiniyetli arkadaşlann kafasına takılı olan sorulardır. Besbelli ki, gençlik hareketi içinde küçük burjuva etkenlerin ağırlıkta olması, bizim, elimizdeki proleter devrimci anlayışı bir silah olarak kullanıp bu objektif duruma iradeci bir yaklaşımla müdahale etmemizi engellemez. Bu bilince ve kararlılığa sahip olan Devrimci Gençlik Hareketindeki aktif arkadaşlar, küçük burjuva pisliklerden kurtulabilmek için azami çabayı gösterdiklerinde, bu ortamda bile devrimci davranış biçiminin asgari düzeyi yaratılmış olur. Böylelikle, bu arkadaşlar kendilerini birer proleter devrimci adayı olarak hazırlayabilirler. Kaldı ki, küçük burjuva dürüstlüğü çerçevesinde bile bizim tespitlerimizi hayata geçirmek mümkündür...

Bununla birlikte, bizim, devrimci-olmayan davranış biçimleri olarak yaptığımız tespitlerden hiç olmazsa bir kısmını, örneğin içki içmek, filtreli sigara içmek, canının istediği zaman görev almak gibi davranışları doğal karşılayan ve devrimcilikten çok öğrenciliği bir görev olarak kabul eden arkadaşlar bulunabilir. Biz böyle arkadaşları kınamıyoruz. Ve kesinlikle onların anti-faşist saflardan dışlanmasını da önermiyoruz. Elbette bu arkadaşlar gerçekte devrimci olmasalar bile, tutarlı birer demokrat sayılabilirler. Bu bakımdan devrimci hareket için yararlıdırlar da. Ancak, hem kendisini proleter devrimci olmaya "aday" gösteren ve bu yüzden de sorumluluklar yüklendiği halde bunun yaptırımlarını yerine getirmeyen "militan" arkadaşlar bizim aşağıdaki eleştirilerimize muhatap sayılmalıdır. Biz, herkesin aşağıdaki yanlış tavırlara düşmemesini "isteriz", ama herkesin sosyalist olamayacağını da biliriz... Neyse, sözü fazla uzatmadan devrimci-olmayan davranış biçimleri hakkındaki tespitlerimizi sıralamaya başlayalım.

Devrimci Hareket saflarında "liberalizm" doğrudan doğruya siyasi yozlaşmaya ve siyasi çürümeye tekabül eder. Bir devrimci hareketin gelişmesi, egemen sınıflara karşı verilen mücadelenin tutarlı olabilmesi için her türden liberalizm eğilimlerinin tasfiye edilmesi zorunludur. Biz burada, ilk önce Mao Zedung'un sergilediği boyutlarıyla genel olarak liberalizm, ya da liberalizmin "başlıca tipleri" üzerinde duracağız.

Devrimci ilişkilerin yerine "ahbap çavuşluk" ilişkilerinin konulması liberalizmdir. Ahbap çavuşluk ilişkileri siyasi yakınlıktan daha çok kişisel yakınlığı gözeten ilişkilerdir. Kimi arkadaşlar kendi aralarındaki ilişkilerde siyasi bağlar yerine okul arkadaşlığı, hemşehrilik gibi bağları ön plana çıkarabilmekte, böylece de "okul şovenizmi", "şehir şovenizmi" doğmaktadır. Siyasi bağların ağırlıkla sözkonusu olmadığı bir ortam her türlü yanlış eğilimin gelişmesine açıktır. Böyle bir ortam içinde, eleştiri-özeleştiri yöntemi, devrimin genel çıkarlarını ön planda tutma anlayışı unutulmakta, bunun yerini devrimci-olmayan davranış biçimleri almaktadır. Bu davranış biçimlerinden birisi, bilindiği gibi, "dedikoduculuk"tur. Bu yanlış anlayış özellikle devrimci harekette çok tehlikeli sonuçlar doğurur: Gerçekle ilgisi olmayan olaylar, sanki gerçekmiş gibi ve hatta abartılarak anlatılır; kişiler ve diğer siyasi gruplar hakkında spekülasyonlar yapılır. Kaldı ki gerçekle ilişkisi olsa bile herhangi bir konunun sorumsuzca konuşulması, iyiniyetli bir "sohbet" havası içinde dahi doğrudan doğruya egemen sınıfların işine yarar: Polis ve MİT devrimcilerin özel hayatları hakkında bile aynntılı bilgi edinme konusunda pek isteklidir. (Eski İçişleri Bakanlarından F.Sükan'ın; "biz devrimcilerin nefes alışlarından haberdarız" sözü abartmalı ve hayal mahsulü olmasına rağmen, ibret için hatırlanmalıdır!) Bu yüzden sağda solda devrimci arkadaşlarımız hakkında gelişigüzel sözetmek, onların özel hayatlarını bile "sohbet konusu" yapmak oldukça zararlıdır. Bu zararın, sohbetin konusu devrimci ilişkilere yöneldiğinde hangi boyutlara ulaşabileceği elbette tartışılamaz...

Demek ki, liberalizmin bir görünümü de hangi konuda olursa olsun; gevezeliktir. En legal çalışma alanlarında bile devrimciler, egemen sınıfların işine yarayacak hertürlü aleniyete (açıklığa) karşıdırlar ve gizliliği esas atırlar... Öte yandan "gevezelik" sayesinde ortalığı "balon haberler" kaplayabilmektedir. Kaynağının neresi olduğu bilinmeyen ve çoğu zaman da polis tarafından ortaya atılan yalan haberler bir anda heryanı kasıp kavurabilmektedir. Örneğin, filan yere faşistlerin kanlı bir saldırı yapacağı v.b. türünden haberlerle herkes telaşa kapılmaktadır. Unutulmamalıdır ki, eğer örgütlü mücadeleye inanılıyorsa, böylesi "istihbarat"a sahip arkadaşlar yalnızca yönetici arkadaşları haberdar etmelidir. Çünkü gereken tedbirler sakin bir şekilde örgüt tarafından alınabilir. Öte yandan, "ayaklı gazete" görevini gören arkadaşların yanısıra, herşeyi öğrenmek isteyen "meraklı" arkadaşlar da vardır. Halbuki genel kural olarak, kendisine devrimciyim diyen bir kimse bilmesi gerekenleri ve bilmemesi gerekenleri mutlaka ayırdetmelidir. Eğer örgütlü bir mücadele içinde yer alıyorsa bilmesi gerekenler, örgütün genel olarak kitlelere yaptığı açıklamalardır ve herhangi bir arkadaşın bir görevi yerine getirmesi için özel olarak bilgilenmesi gerekiyorsa bunu yine yetkili arkadaşlar kendisine iletirler. Bunun ötesi, merak ihtiyacını tatmin etmekten başka birşey olmayan ve de "yararsız" bilgilere sahip olunduğu için de zararlı eğilimlerin doğmasına yol açan bir durumdur. Kaldı ki, iyiniyetli ama meraklı arkadaşlar ile saflarımıza sızmış olan polis ajanlannın kötü niyetli ve meraklı unsurlannı ayırdetmek de çok güç olacaktır...

Yine gevezeliğin diğer bir türü de "hava attırmak"tır. Bazı arkadaşlar, önemli şeyleri biliyormuş, her şeyi yapabilirmiş pozlarda ortalıkta dolaşmakta ve böylece kendilerini başkalarının gözlerinde "büyük" göstermek istemektedirler. Elbette böylelerinin foyası meydana çıkınca, diğer arkadaşlar tarafından doğal olarak küçümsenmekte ve hatta alaya alınmaktadırlar. Unutulmamalıdır ki kendisine "devrimci" diyen bir kimse, çok şey bilse ve çok şey yapabilse bile herşeyden önce alçak gönüllü olmalıdır. Ayrıca teorik konularda "bilgiç" geçinen arkadaşlar da vardır. Bunlar, tartışmalarda kendi görüşlerinin en doğru olduğuna inanırlar ve kesinlikle ikna olmaya açık değildirler. Elbette bu arkadaşlar da, insanın ne kadar çok öğrenirse "cehaletinin" o kadar çok artacağını, yani öğrenmesi gerekenlerin o kadar çok artacağını unutan arkadaşlardır. Ve özellikle de, bir öğretmen olmadan önce bir öğrenci olunması gerektiğini göz ardı eden arkadaşlardır. İşte "hava attırma" diye tanımladığımız bu tavırların tümü de liberalizmin bir başka çeşididir.

Bütün bunlar, örgütlü mücadelenin önemini kavrayamamaktan doğmaktadır. Bu yüzden, örgüt içindeki liberal tavırlar üzerinde ısrarla durmamız gerekiyor. Her şeyden önce şu konuda müttefik olunmalıdır: Örgütlü mücadele içinde gönüllü olarak yer alınır. Böylece de bu örgütün ilkeleri, çalışma esasları, yaptırımları ta başından gönüllü olarak kabul edilmiş demektir. Ya bu yaptırımların gerekleri yerine getirilecektir, ya da mücadelenin dışında, hiç olmazsa aktif çalışmanın dışında kalınacaktır. Çünkü hiç kimseden, yakasından tutularak, örgütlü mücadelenin aktif unsuru olması istenmemektedir. Öyleyse, gönüllü bir şekilde görev alınmasına rağmen hala asgari yaptırımların bile yerine getirilmemesinde direnilirse, böylesine "bozgunculuk"tan başka birşey denilemez.

Bütün devrimci örgütlerde, örgütsel işlerlik, genel olarak demokratik merkeziyetçilik anlayışında ve özel olaıak eleştiri-özeleştiri mekanizmasında anlam kazanır. Burada herkesin bildiği bir deyişi tekrarlayalım: Özeleştiri yapmak, "günah çıkartmak" değildir. Ve eleştiri yapılırken de mutlaka alternatif getirilmelidir. İşte bu devrimci anlayış çeşitli görünümlerde bozuma uğrayınca, örgüt içi liberalizmin esas kaynağı olmaktadır. Şimdi bunun üzerinde kısa örnekler vererek duralım.

Devrimci bir örgütün yöneticileri, elbette, genel olarak kitlelere, ve özel olarak da kadrolara hesap vermek zorundadırlar. Ancak bazı arkadaşlar örgütlü mücadelenin yaptırımlarını yerine getirmedikleri halde yalnızca "hesap sormayı" bir alışkanlık haline getirmektedirler. Elbette böylelerinin eleştirilerinin dikkate alınmaması çok doğaldır.

Karşılıklı hesaıp verme anlayışını geçersizleştiren bir diğer davranış biçimi ise "çekingenliktir". Bu olgu çeşitli biçimlerde kendisini göstermektedir: Konuşma "yeteneğinin" olmadığını sanan arkadaşlar, genel toplantılarda görüş getirmekten çekinmektedir. Teorik yeterliliği az olan arkadaşlar ise yanlış bir şey söylerim korkusuyla konuşmamaktadırlar; kimileri de eleştiride bulunduğu zaman kendisinin de eleştirileceğinden çekinmektedir. Bunların yanısıra, bazıları da "beni ilgilendirmez" anlayışıyla bireyci bir tavır takınarak genel meseleler üzerinde konuşmamaktadır. Yahutta, gerçekten iyiniyetli olan çoğu arkadaş, başkalarını "incitirim, üzerim" kaygısıyla eleştiride bulunmamaktadır. Bütün iyiniyetine rağmen, "peygamber tavrı" denilen bu davranış devrimcilere yakışmaz. Çünkü devrimciler her kimden gelirse gelsin yanlışlarla uzlaşmazlar, tersine onların üzerine giderler. (Elbette burada çelişmeleri çözme yöntemine dikkat etmelidir. Kendi saflarımız içindeki çelişmeler antagonist olmayan yani "halk içindeki" çelişmelerdir ve çözüm yöntemleri ikna etmeye dayanır; bu anlamda "yanlışlarla uzlaşmazlar" derken, onların eleştirilerek ortadan kaldırılabileceğini kastediyoruz.)

Eleştiri konusunda bu iyiniyetli tavırların tam tersi "kötüniyetli" tavırlara da rastlanılmaktadır. Sırf kişisel garez güttüğü için başkalarının "açığını" yakalamaya çalışmak ve bu yüzden "eleştirmek için eleştirmek" de söz konusu olabilmektedir. Böyleleri, kişisel çıkarlarını devrimci çıkarlardan üstün tutanlardır, veya daha hafif bir deyim kullanırsak: Duygusal davrananlardır. Öte yandan, kendisini eleştirenlere karşı kişisel garez güdenler de vardır. Böyleleri, kendisini eleştirenlerle arkadaşlık ilişkilerini bile kesebilmektedirler... Bu eleştiri-özeleştiri konusunda elbette daha çok şey söylenebilir: Örneğin, yüzeysel eleştiri, soyut eleştiri, gereksiz konularda eleştiri, vb. Ancak belirttiğimiz gibi, bütün bu yanlış anlayışlar liberalizmin değişik tezahürlerinden başka birşey değildir.

Son olarak da pratik içindeki liberal tavırlara değinelim. Diyebiliriz ki, devrimci harekete en çok zarar getiren liberal eğilimler, mücadele pratiğine yansıyanlardır. Bunlardan en belirgin örnekleri: Üstlenilen görevleri yerine getirmek için gereken çabanın gösterilmemesini, üstlenilen bir işi yarıda bırakmayı ya da "ben kafamın bastığı işleri yaparım" diye keyfi bir anlayışla görev kabul etmeyi, kendisine verilen görevi başkalarına devretmeyi, "küçük işleri" küçümsemeyi, vb. gösterebiliriz. Aşağıda pratik içindeki liberalizmi özel olarak ele alacağımız için şimdilik bu tavırların kişinin, siyasi kararsızlığından kaynaklandığını belirtmekle yetinelim.

DAR PRATİKÇİLİK: Bu anlayışa kimi zaman teorik seviyenin düşüklüğünde kimi zaman da siyasi perspektifin ortadan kalkmasında başvurulmaktadır. İlk önce, "dar pratikçilik"ten neyi kastettiğimizi belirleyelim: Dar pratikçilik, devrimciliği yalnızca faşistlerle dövüşmek olarak görmektir. En iyi kavga edeni, en fazla faşist döveni en keskin ve en tutarlı devrimci saymaktır. Siyasi görevlerin bir bütünlük arzettiğini unutmak ve militan mücadelenin siyasi mücadelenin emrinde olacağını kavrayamamaktır.

Nasıl ki proletaryanın öz örgütü bir savaş örgütü olarak anlam kazanacaksa, gençlik örgütleri de birer militan örgütleri oldukları sürece gençlik yığınlarını yönlendirebilirler. Fakat bunun gerçekleşmesi için de kesinlikle dar pratikçiliğe başvurulmamalıdır. Çünkü meseleye yalnızca bu açıdan bakanlar, bir faşist saldırının başarıya ulaşmasında hemen umutsuzluğa kapılırlar ve "herşeyin kötü gittiği" zihniyetine saplanırlar. Veya herhangi bir pratikte faşistler karşısında kazanılan bir başarı, böylelerini herşeyin kolaylıkla halledilebileceği zihniyetini yansıtan içi boş bir coşkuya itebilir.

PASİFİZM: (SİYASİ KARARSIZLIK VE SORUMSUZLUK) Burada, oportünizmin genel karakteri olan "pasifizm" üzerinde durmayacağız. Kelimenin dar anlamıyla pasifizmi, pratik içindeki tutarsızlıklardan birisi olarak ele alacağız. Bu anlamıyla pasifizm, yukarda anlattığımız "dar pratikçiliğin" tersi bir anlayış olarak ve çoğunlukla da bunun bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Belirttiğimiz gibi, meseleye siyasi bir perspektiften bakmayanlar, pratik içindeki herhangi bir yenilgiden sonra hemen pasifizmin kucağnına düşmektedirler. Böyle arkadaşlardaki karamsarlığın yol açtığı bu durumu yok etmek için herşeyden önce onların siyasi kararlılığa sahip olmaları doğrultusunda çaba harcanmalıdır.

Pasifizm, daha değişik ve daha kamufle biçimlerde de kendisini gösterebilir: Bunların başında, "küçük" işleri küçümseyerek bunları görev olarak kabul etmeme gelir. Kendilerini yalnızca "büyük" işlere layık görenler, "küçük" işleri yerine getirerek becerilerini kanıtlamadıkları sürece hiç kimse de onları görevlendirmeye layık görmez ve böylece de pasifizmin rehavetinde yaşayıp giderler. Bu "küçük" iş kabul etmeme anlayışı, kendilerini pratikte ispat eden ve becerilerine uygun daha karmaşık görevleri yerine getiren arkadaşlarda bile ortaya çıkmaktadır; elbette, herkesin yeteneğine göre istihdam edilmesi genel bir kuraldır. Ama çok yetenekli arkadaşların da gerektiği zaman "küçük" işleri yerine getirme zorunluluğu yine bir kural sayılmalıdır.

Bir başka pasifizm de, kendisine verilen görevi başkasına devretmektir. Hem görev kabul edip hem de bu görevi yerine getirmemek, en azından dürüstlükle bağdaşmaz. Başkasına iş devretme anlayışı ister tembellikten kaynaklansın isterse de başka "önemli" nedenler gösterilsin, sorumsuzluğun bir ifadesidir. Başka "önemli" işleri bahane edenler, görevlerini sıraya koymasını bilmeyenlerdir. Bu eğilim kimi zaman da, kendisine verilen bütün görevleri, altından kalkıp kalkamayacağını düşünmeden kabul eden iyiniyetli arkadaşlarda da görülmektedir. Elbette, aynı anda bir sürü iş gerçekleşemeyeceği için, bu kez hiçbirisi yapılamamaktadır. Bu sorunun çözümü, bir işi bitirmeden başka bir iş kabul etmemek ve görevleri somut koşullara göre sıraya koymasını becerebilmektir. Eğer, sözkonusu arkadaşın daha "önemli" bir işi yerine getirmesi gerekiyorsa, bu arkadaş eski işini kendisi iptal etmemeli, yetkili bir arkadaşın denetiminde o işin yapılmasını sağlama bağlamalıdır...

Şu ya da bu şekilde kendisini gösteren SİYASİ KARARSIZLIK'ın yol açtığı pasifizm üzerinde özel olarak durmak gerekir:

Herşeyden önce, siyasi kararsızlığa sahip bir kimse ne kadar "aktif" olursa olsun, ulaşacağı nokta kuşkusuz pasifizmin batağıdır. Çünkü siyasi pratik, el titremelerini, hedefsizliği ve yapılması gerekeni bilmemeyi affetmez. İşte bu yüzden olaylara pragmatik ("yararcı") açıdan yaklaşan arkadaşlar, "mücadelede nereye kadar gidebilirsem oraya kadar beraber" diyen arkadaşlar, siyasi bir çerçevenin asgari ilkelerini kavrayamadıkları sürece; zigzaglar çizerler, aşırı karamsarlığa kapılırlar, içinde bulundukları çözümsüzlüğün "çözümü"nü hareketsizlikte ararlar. Ya da böylesi arkadaşlar için meselenin çözümü şöyledir: "Kafamın bastığı işleri yaparım, kafamın basmadığı işleri yapmam!" Bu arkadaşlar, bir siyasi pratik içinde zaten "kafasının bastığı" için yer aldığını unutan arkadaşlardır. Yani ilkesizliğin, kurallara ve yaptırımlara uyma zorunluluğunun mevcut olmadığı bir pratikte devrimci görevler zaten yerine getirilemez. Öyleyse, bunun dışında herkesin kafasının bastığını ("aklına esenleri") yapması demek, herkesin keyfine göre davranması, örgütlü mücadelenin mevcut olmaması demektir. Ki bu da pratikte örgütsüzlüğü savunmak anlamında anarşizm ve gerçek anlamda eylemsizliği, pasifizmi savunan liberalizmdir.

Bu anlayış kendisini: Sorumluluk kabul etmeme, inisiyatif kullanmama ve verimli olmama şeklinde de göstermektedir. Herşeyden önce, genel olarak sorumluluğun kollektif olduğu ve özel olarak bir kollektivite içinde bulunmanın da bir sorumluluk gerektirdiği bilinmelidir. Bunun bilinmemesi demek, sorumluluk yüklenmeye yanaşmamak demektir. Ve kişisel sorumluluklar ne kadar tutarlı ele alınırsa, kollektif sorumluluğun o ölçüde geçerli olacağı apaçıktır. Bu yüzden, sorumluluk duygusu taşımayan arkadaşlar, kendi rahatına önem veren liberal arkadaşlardır. İkinci olarak, sorumluluk anlayışının inisiyatif kullanmayı zorunlu kıldığı da bilinmelidir. Demokratik merkeziyetçilik; çalışmaların merkezi kılınmasında ve aynı zamanda herkesin, her çalışma grubunun pratik içinde yaratıcı olmasında, inisiyatif kullanmasında anlam kazanır, inisiyatif kullanmayan arkadaşlar da, devrimci çalışmayı kavramayan, hep başkasından emir bekleyen, yaratıcı olmayan tembel arkadaşlardır. Üçüncü olarak, sorumluluk yüklenmek ve inisiyatif kullanmamak, çalışma alanında verimli olmamak demektir. "Dostlar alışverişte görsün" anlayışıyla sürdürülen bir çalışmanın verimli olacağını sanmak anlamsızdır. Bunun çözümü olarak, devrimci atılımı, Stalin'in deyişiyle: "Eylemsizliğe, yerleşmiş verimsiz alışkanlıklara, tutuculuğa, zihin durgunluğuna, eski geleneklere kölece bağlılığa karşı bir panzehir" olarak görmelidir. Aynı zamanda bu atılımın yozlaşmaması için bunu "yeterlilik" ile birleştirmek gerekir. Bu yeterlilik kişinin kendisini işgüzarlıktan ve tembellikten kurtarmasıyla kazanılır. Evet, Lenin'in dediği gibi: "Daha az tumturaklı sözler ve daha çok günlük iş" işte bu sayede genel olarak, liberalizm ve özel olarak pasifizm yenilebilir.

Bir işi yarım bırakmak o işi hiç yapmamaktan, o görevi hiç kabul etmemekten daha tehlikeli ve zararlıdır. Çünkü yarım bırakılarak gerçekleşmemeye mahkum edilen bir görev onu yerine getirecek olana verme olanağını da ortadan kaldırır, zaman kaybına neden olur, objektif olarak devrimci çalışmayı sabote eder.

DİSİPLİNSİZLİK: Aslında yukarıda anlatılanların hepsinin kaynaklarından birisi de disiplinsizlik olduğu için, bu olguyu ayrı olarak ele almamız gereksiz görülebilir. Çünkü, devrimci disipline sahip bir kimse yukarıdaki yanılgıların hiçbirisine düşmez. Ancak, konumuz devrimci gençlik hareketi ve onun kitle örgütlerinde çalışma tarzı ile sınırlı olduğundan, başka bir deyişle bu ortamda "katı" disiplinin objektif koşulları zaten mevcut olmadığından bu konu üzerinde özel olarak durmakta yarar görüyoruz... Herşeyden önce, demokratik kitle örgütlerinin en geniş kitleleri ve tüm anti-faşist unsurları barındırması, yani kadro örgütü olmaması, bu örgütlerde disiplinsizliği savunmaya mazeret gösterilemez. Çünkü bu örgütlerin de kendi yapısal işlerliğine uyumlu bir disiplin anlayışı vardır. Kaldı ki, bu örgütlerde aktif üye anlamında kadroların yer alması, bunlar aracılığıyla verilen militan mücadelenin belli bir disiplin anlayışı doğrultusunda sürdürülmesini de beraberinde getirir.

İşte burada tartışacağımız disiplin anlayışını bu aktif üyeler kapsamında ele aldığımızı hatırlatarak tespitlerimizi sıralayabiliriz.

Kendisine devrimci diyen her unsur, kitle örgütlerinde çalışmada da asıl sorumluluğun devrime karşı olduğunun bilincindeyse, bu örgütün hiyerarşisine ve kurallarına en fazla uyması gereken kimse olduğunu da bilmelidir. Çünkü böylesi her alanda sürdürülen örgütlü mücadelenin asgari bir ön koşuludur. Bu bakımdan, bir aktif üyenin "tembellik" eğilimine saplanacağı düşünülemez ve böylesi affedilemez; bunun bir varsayım olarak gözönünde tutulup disiplinsizliğe yol açan başka yanlış anlayışlar üzerinde duralım.

Daha önce de belirttiğimiz "okul şovenizmi" ve "şehir şovenizmi", örgüt içinde suni ve siyasi-olmayan hizipleşmelere, kemikleşmelere yol açmaktadır. Bu saplantılara sahip arkadaşlar, ne kadar aktif olurlarsa olsunlar, duygusal nedenlerle ön plana çıkardıkları bu tür bağlar yüzünden bir bütün olarak örgütün denetimine ters tavır almakta ve örgüt kararı yerine kendi yakın arkadaşlarının düşüncelerine önem vermektedirler. Böylesi, besbelli ki disiplinsizliğe yol açmaktadır...

Kendi özel hayatlarını devrimci bir şekilde sürdürmeyen arkadaşlar, örgüt disiplinine ne kadar "bağlı" olmaya çalışsalar da sonuç olarak disiplinsizliğe kaymaktadırlar. Örneğin lüks harcamalarda bulunan bir arkadaşın örgüt disiplinine uyabilmesi mümkün değildir. Eğer sözkonusu arkadaş örgütün para sıkıntısı çektiğini bilmesine rağmen -ki devrimci örgütlerin sürekli bir sıkıntısıdır bu- ve bunu gidermek için, sözgelimi, sempatizan kitlelerden bağış toplamasına rağmen; bizzat kendisi elinde bulunan fazla parasını filtreli sigara vb. ile tüketiyorsa, böylesi tavır; bırakın devrimciliği, disiplini, kelimenin gerçek anlamıyla samimiyetsizliktir. Kendi özel yaşantısındaki rahatından, avantajlarından fedakarlık edemeyen bir kimsenin devrimci mücadelede tutarlı bir unsur olabilmesi söz konusu olamaz!

Görüldüğü gibi devrimci-olmayan davranış biçimleri burada sıralamakla bitmeyecek. Yazımızda, içki içmek, lumpence tavırlarda bulunmak, vb. gibi konulara değinmeye gerek dahi duymadık. Ayrıca, yönetici arkadaşlarda görülen özel yanlışlar, hot zotçuluk, kariyerizm gibi konuları da ele almadık. Bu bakımdan, bu yazı tamamlanmamış bir yazı sayılmalıdır ve tüm devrimci arkadaşlar kendi çalışma alanlarında burada değinilmeyenler dahil bütün liberal tavırlara karşı kıyasıya mücadele vermelidirler.


Biradım Dergisi Web Grubu 2003-2004 email: web@devrimciyol.org